30 Mayıs 2011 Pazartesi

doğum günü

dün yusufun doğum günüydü. dokuz yaşında artık... istanbulda otururken 29 mayısta yapılan fetih kutlamalarını ona göstererek "bak herkes senin doğum gününü kutluyor, havai fişekler de senin için atılıyor" derdim. çok keyif alırdı. doğum günümüz oldukca cafcaflıydı aslında. saat kaçta yatarsa yatsın sabah altıda uyanan oğlumuz latifle erkenden uyandık. biraz çizgi film kahvaltı derken çıkarttığımız seslerden alt komşu rahatsız olup sürekli duvara vurunca komşumuzun pazar keyfine turp sıkmayalım deyip meryemi de alıp sabah sabah sokaklara çıktık. bir sokak köpeği bizi uzun süre takip edip oyunlar oynadı. herhalde daha önce evcildi ve bakılamayıp sokağa atılmıştı. üç çocukla zaten kalabalık olduğumuzu kendisini alıp besleyemiyeceğimizi söyledim ona. hem zaten apartmanda yaşıyorduk. işin fena tarafı ben de köpeklerden pek hazetmiyordum. neyse bir iki saat sonra eve döndük. alt komşumuz balkonunu temizliyordu. eh uyanmışlar deyip eve geçtik. bu arada yusuf hala rahmetli babamın ona aldığı bisikleti kullanıyordu. halbuki kuzeni melek ona kocaman bir bisiklet hediye etmişti ( okulda dereceye girip girip bisiklet kazanıyordu da) fakat bizimki binmeye cesaret edemiyordu. sitede arkadaşlarının yanında düşüp rezil olurum diye de bir türlü binemiyordu. o işi de hallettik. bisikleti alıp başka yerde bir iki binndirdik yusufu, böylece doğum gününde yeni bisiikletiyle hava atabildi. sonra pasta falan yedik. hediye olarak aldığımız çalışma masasını akrabalara telefonda "bana dolap aldılar" diye anlatmasına güldük, falan filan. resimler sonra

27 Mayıs 2011 Cuma

teyte


latif hem babaannesine hem de anaannesine "teyte" diyor. teyteeeee... acaba nerede hata yapıyor ki hep düzeltiyorlar

yusufun mahalle çetesi


kardeşimi uyandırmadan şuraya kıvrılma ve sevme


park görüntüleri




meryem

meryem'in uykuya dalması tam bir problem. fakat yazla birlikte balkonumuzdaki salıncakı keşfettik. balkonun camekanını hafifçe açıp "sanki dışarıdayız bu da hamak kızım" havasını katınca bizim minik daha rahat uykuya geçer oldu. evdeki park yatağın, sallanan beşiğin, ayakta sallamanın işe yaramazlığı da böylece daha belirginleşti. ha bu arada anaannenin okuduğu 41 çörekötunu geçen gün meryemin üzerinden çıkarıp kendine takan oğlum yusufun "nasıl oldum komik di mi?" bizi gülmekten bayıltmasını da aklıma gelmişken yazayım. bu arada sitenin ismini ne olarak değiştirsek ya

piknik

bugün yusuf okulla pikniğe gitti. dün piknikte istediği pastayı yapmak için debelenirken yusufun yeni istekleriyle karşılaştım. koşturduğumu her şeye yetişmeye çalıştığımı kelimelerle anlatamadığımı fark edince, tecrübe etmesini istedim. bak her gün annen nelerle uğraşıyor anla diye önüne kurabiye kalıntıları olan üç fırın tepsisini koyup, hadi yıka dedim. önce o "hayatımda hiç bulaşık yıkamadım" dedi. ben de "ben de hiç yıkamamıştım ama sonra yıkadım" diyerek, ve nasıl yıkayacağını tarif ederek onu işe koştum. bulaşıkların köpüklü banyolar yaptıklarını hayal ederek işe başladı. hatta bir su bardağını yıkarken " Anne bu işi ilk kez yapmama rağmen senden iyiyim" bile dedi.

latif

latif kız kardeşini severken sanki aralarında iki yaş yokmuş da kocaman yıllar varmış gibi davranıyor. merhametle elini tutup saçlarını okşuyor. bir kere turşu yediğinde ağzı yandığı için babasını turşu yerken görünce ona suyu uzatıyor. kendisine abur cubur verince sevinçle diğer elini uzatıp "abi" diyerek onun da payını istiyor ve koşarak abisine götürüyor. yusuf onun söz dinlediğini keşfettiğinden beri çöplerini ona verip "hadi bunu çöpe at" "hadi oyuncakları topla" gibi vazifeler veriyor. latif insanlara sarılmayı, müzik duyunca heyecanlanıp ellerini çırpmayı seviyor. balık yağının tadını,çizgi filmi, parkta oynamayı, parktaki çocuklara "arkadaş" deyip oyuncaklarını paylaşmayı seviyor. yaşlılara bayılıyor. dedesiyle oynamayı çok seviyor. kuşlara ekmek atan bir yaşlı görünce (burada hep görüyoruz, batıkent yaşlı amca ve kuş birlikteliği) yanına gidip ondan avcunu uzatarak ekmek istiyor ve kuşlara atıyor. burnu çok hassas bir yere çarpınca hemen kanıyor. köpek görünce "hav hav" deyip kovalıyor. pazara gidince tezgahtarların kendine "sarı çocuk al bakalım bunu" diye ikram ettiği her şeyi alıp yemeğe bayılıyor. "gitme bizi bekle" deyince durup bekliyor. koşmayı, kucakta oturmayı, abisinin okuma kitaplarının resimlerine bakmayı, kalemle bir şeyler çiziktirip aferin almayı seviyor. sanırım Ahmet ve Latif isminde müthiş bir uyum ve sakinlik var. çocuklarınızın adını gönül rahatlığıyla Ahmet Latif koyabilirsiniz. yok ben macera severim çocuk dediğin bana her gün ayrı bir heyecan ve tecrübe yaşatmalı diyorsanız, Yusuf ismi tam size göre...

bu aralar

yusuf'un bu araları: sınıfta öğrendiği alengirli lafları evde söylemek.

latif'in bu araları: kütüphanedeki kitapları hızlı hızlı aşağı indirmek

meryem'in bu araları: yerde ağlamak kucakta gülmek
ankaraya herkesin muhakkak yolu düşer. tayin, sınav, iş için bürokratik başvurular vs. yolu düşen arkadaşları, akrabaları evimizde ağırlamak hoş tabii. gelenlerin ilk görmek istedikleri yerlerden biri de anıtkabir oluyor. böylece biz de adım adım öğrendiğimiz anıtkabir müzesini sevdiklerimize gezdiriyoruz. en son babaannemizi ve dedemizi gezdirdik. yusuf okul gezileri sebebiylede senede bir kez gittiği anıtkabiri artık bir rehber ustalığıyla gelenlere tanıtıyor. "bu Atatürkün bastonu, içinde silah gizli silahlı baston, bunlar kitapları, kitaplarının üzerindeki kendi notları..." latif isedefalarca gittiğimiz anıtkabiri yeni algılamaya başladı. oradaki askerler ve onların rap rap diye yürüyerek yaptığı nobet değişimi kuşkusuz favorisi oldu. evde o günden beri bacaklarını aça aça asker yürüyüşü yapıyor. meryemse adeti üzerine sürekli ağladı. hatta şimdi de ağlıyor

15 Mayıs 2011 Pazar


evimiz çok şenlikli, bu aralar babaaanne ve dedemizin yanında bakinin teyzesi ve oğlu onur da bizimle birlikte. onur sevmeyi ve sevgiye karşılık vermeyi çok iyi biliyor. zekanın pek de matah bir şey olmadığını onunla yeniden keşfettim. latifle sabırla tüm gün oyun oynayan onur yusufa da "farklı" olana saygıyı öğretti. aklı üç dört yaşında bir çocuğunkiyle aynı olan onur bize kocaman kalbini gösterdi.
yusuf: ben büyüyünce senin gibi traş olmayacağım, ustura yüzümü kanatabilir
baba: peki nasıl traş olacaksın
yusuf: önce sakallarımı uzatacağım sonra makasla keseceğim

2 Mayıs 2011 Pazartesi

pijamalarımı giydim ama uyumayacağım işte



koşarken düşülür


tipik bir yusuf manzarası, yusuf yerde... o kadar koşuyor ve düşüyor ki anlatamam. bazen de zıplıyor tabii. daha dün gittiğimiz özel hastahanenin bankosunun önünde öyle bir zıpladı ki bakonun arkasında bilgisayarının başında sakin sakin çalışan görevli hızla ayağa kalktı. çünkü oğlum az kalsın benim yanımdan bankonun diğer tarafındaki o görevlinin yanına zıplayarak geçiyordu. neyseki o kadar zıplayamadı, bankoya toslamakla yetindi

üçü bir arada ve ninni robot adamlar


ağlıya ağlıya büyüyeceğim


meryem dört kilo doğdu fakat sonra hızla yavaşladı. çok ağlayıp az uyuduğu için kilo almamış olabilir mi dedim? doktor endişelenmeyin anne sütüne devam dedi. yine de kontrol edelim eklere de başlayabiliriz. de dedi. umarım başlamayız. şu altı ayı sadece anne sütüyle geçirsek ne iyi olur.

yusufun sınıfındaki tüm erkek çocuklarının facebooku varmış. erkek çocuklar ve bilgisayar. siz kendi çocuklarınıza belli şeyleri yasaklasanız da bu sefer onu başkalarının yaşamına ağzı bir karış açık seyrederken buluyorsunuz. sonunda biz de açtık ama temkinliyiz. arkadaşlarını paylaşılan görüntüleri sürekli inceliyoruz. gerçi ankarada yaşamak çocukların teknolojle ilişkilerine turp sıkıyor. bu yönden şanslıyız. istanbulun aksine burada sokak cok canlı bir biçimde hayatta. dev parklar güvenli siteler de cabası. bizim sitemizde o güvenli olanlardan. çocuklar akşam ona kadar dışarıda oyun oynuyor ve bisiklete biniyor. inanılır gibi değil. ben bile çocukken böyle güvenli bir ortamda yaşamadım. (sokakta öyle az oynadım ki) mesela geçenlerde sitenin çocukları (azcık da gençleri) dışarıda mangal keyfi yaptılar. evden herkes bir şeyler getirdi (sucuk salam domates biber biz de topitop gönderdik) tüm çocuklar eve keyifle döndü. yusuf da oldukça mutluydu. İstanbulda çok pahalıya mal olacak, sokakta oyun, güvenli komşular vs. gibi özellikleri ankara bedavadan sunuyor. yusuf bu sebeple ankarada yaşamamızı istanbula dönmememizi istiyor. ama anne ve babasının hayallerine de pek müdahale etmiyor. ne yapsın.

anı


bu da kış anımız. yaz anımız da olacak inşaallah. sünnetle alakalı olmasını temenni ediyoruz. yusufun zihninde sünnetin tellenip budaklanmaması için bayağı gayret sarfettik. en büyük gayret bu konu akrabaların yanında açılınca hızlıca kapatmak olarak gerçekleşti. yaşını başını almış amcalar nedense erkek çocuklarını sünnet hakkında korkutmaya bayılıyor. çok ilginç. hatta komik. kocaman adamlar bir zamanlar tırstıkları mevzuda erkek çocuklarının yaşadığı tedirginliği görmeye mest oluyorlar. ama ben buna pek papuç bırakmıyorum. sünnet deyince aklıma geldi. geçen yusufun okul kütüphanesinden aldığı "kızlar sünnet olur mu?" kitabı çok keyifliydi. başlık beni önce korkutsa da hikayeyi oğlumla çok keyifli bulduk. mavisel yenerin. tavsiye ederim. zıpır bir kız, erkekler sünnet olurken kazandığı hakları neden kendisinin elde edemediğini soruyordu. ata binmek üsülü püslü giyinmek, davul zurna eşliğinde ortalarda dolaşmak... bunun için evlenmeyi beklemek zorunda mıydı yani? o zaman onunda kolunu azıcık kessinlerdi. değil mi?

emzik-i terk


geçen hafta latifin emziklerini bulamadık. evdeki beş emzik bir yerlere saklandı. o gece Latif'i uyutmak kabus oldu. ertesi gün de bulunamayınca öğlen uykumuzda da isyanlar yaşadık. daha sonra emzikleri bulduk ama vermeme kararı aldık.çok büyük bir karardı inanın. iki kere uyuduysa sonra da uuyabilirdi değil mi? kendimizi emzik konusunda birkaç arpa boyu yol gitmiş gibi hissettik anne baba olarak.bu zor kararı almamızdaki en büyük sebep latifin emziklerini bulduğu her pis köşeye sürmesi ve ağzına öyle koymasıydı.pis yer bulamazsa saçlarına sürüyordu. tüm saçların arasında seyahat eden emzik ağza cok diye giriveriyordu. mücadelemiz hala sürüyor. geceleri sık sık uyanıp yanımıza geliyor latif. tekrar uyutmak, onun gürültüsünden uyanan meryemi yeniden uyutmak zor oluyor tabii. latifse eski resimlerine bakıp iç geçiriyor. bilgisayardaki resimlere bakıp "abi (yusuf)agu (meryem) gay gay (emzik) diyerek fotoğrafları yorumluyor. kendisini sürekli es geçip ağzındaki emziğe yönelmesi çok dertli bir hava katıyor oğluma.


bir ay kadar önce yok yok iki ay,yatılı misafirlerimiz gelmişti. hem yusufun hem de latifin yaşıtı oğulları olması onları beş yıldızlı misafir konumuna yükseltiyor. kendileri de biricik ama çocukların arkadaşlığını görmek daha keyif vericiydi. eskiden annemlere gelen yatalı misafirlerin çocuklarıyla biz de böyle azardık.toplanmamış yorganların üzerinde zıplamak,sohbet etmek, çizgi film seyretmek, koşturmak...tabi anıtkabirde askeri taklit etme oyunumuz olmuyordu.


annemi anlıyorum artık. yağmur yağınca kefyimce ıslanabilmek için sokağa kaçardım. nasıl sinirlenirdi. bu keyfi bana çok gördüğüne inanırdım o zaman. yusufta benim çocukluğumdaki gibi düşünüyor sanırım. çok sinirli. halbuki o başını akan bir oluğun altına sokmayı hayal ediyordu.

zihin

uzun zamandır okumak istediğim bir iki kitap var. o kitaplardan müthiş keyif alacağımı düşünüyorum. Fakat okumuyorum neden mi? zihnimin onları anlayabilecek hale gelmesini bekliyorum. evde sürekli bir çocuk sesi var. ağlamalar, bağırmalar, itiraz etmeler. elime kitabı alınca "bu kafayla okunmaz" deyip vazgeçiyorum. bügün gidişata dur dedim. zira meryemin gaz sebebiyle sürekli ağlamasının, latifin sevindiğinde yahut üzüldüğünde çığlık atmasının, yusufun kıskançlık belası yüzünden homurdanmasının sonunun gelmesini beklememeliyim. elimle meryemin beşiğini,ayağımla da latifi sallarken kitaplardan birine başladım. televizyon gürültüsünden bunalan zihnim lezzetli bir av bulmuş gibi kitaba yumuldu. gerçi ancak on beş yirmi dakika, sonra yine çocuklar sebebiyle ara vermem gerekti. hava da güzel artık. baharın camımıza üflediği kuşları görebiliyorum. dışarıya ailecek çıkabiliriz. latif dışarısını çok seviyor söyleyebildiği on, on beş kelimeden biri de palto. aslında tam da telaffuz edemiyor bu kelimeyi "Pato pato" diye sevimlice yuvarlıyor harfleri.bunu söylerken dışarıya çıkacağı için de içi içine sığmıyor. gülümsemesi suratının tamamını kaplıyor