31 Aralık 2011 Cumartesi

ev hali

internetten miyazaki'nin bir çizgi filmini seyredecektik.Yusuf ne zamandır seyretmek istiyordu. Bense Latif'in korkmasından endişe ettiğim için erteliyordum.Yusuf beni "hayaletlerden neden korksun adı üzerinde hayal- et, insan hayal ettiğinden korkmaz" diye ikna etmeye çalıştı. kötü bir anneyim çünkü ikna oldum. Miyazaki'nin hayaletli, tuhaf dünyasını yansıtan filmini seyrettik. Latif sıkılınca oyuncaklarıyla falan oynadı. lakin hala vicdan azabı çekiyorum. ben bunu nasıl yedim ya? benim kelimelere zaafım olduğu için yusuf da kelimeleri böyle evirip çevirdiği için. daha doğrusu onları çıplak görüp farklı anlamlara bölebildiği için oluyor böyle.ben ingilizce öğrenirken yaşıyordum bunu. (sırt çantası backpack gibi.) insanın anadiline de böyle dışarıdan bakabilmesi beni şaşırtıyor. Latif'inse kelimelerle hala arası iyi değil. hala tam konuşamıyor. çocuklar meleki alemle alakalı şeyleri tamamen unutunca konuşabilirlermiş. ne güzel. fakat beni şaşırtan onun sabrı. yaşıtı konuşması geçiken çocuklar genelde sinirli olur. istediklerini anlatamamaları anlaşılamamak onları gerginleştirir. Latif ise anlayabilmemiz için çoğu zaman sakince heceliyor. anlayamadığımızda ise birkaç denemden sonra gülerek vazgeçiyor. "Mühim değil, halledebilirim, üzülme" diyor gülümsemesiyle. Meryem mi ne yapıyor? uzuyan dalgalı saçlarını çekelemekle, gülümsemekle, el şaklatmakla vakit geçiriyor. ilk altı ay sürekli ağlayıp gülümsemelerini şimdiye saklamış sanki...Ha unutmadan müzik başlayınca da hemen oynuyor. danstan anlamayan iki ağabeyinin, ve söz konusu kıvraklık olunca meşe ağacından beter olan anne babasının aksine bu kız nasıl böyle anlamıyorum...

20 Aralık 2011 Salı

sinopta öyle böyle geçen hayat









anne: yusuf azma-

yusuf: tek parça halindeyken ne kadar azalabilirim ki

8 Aralık 2011 Perşembe

her an yaramazlık yapabilirim

okulumda oyun moyun



Latif'in anaokulunda her ay bir soru soruyorlar. Bu ayın sorusu aşağıda, cevabı da her şeye eyvallah, diyen oğlumdan ne beklenir

yusuf "ardışık ne demek?"

Latif:" arkadaş o, arda arda"

4 Aralık 2011 Pazar

prenses olcak

Latif hala tam konuşamıyor. buynu sis" demek burnu sil demek mesela... dün de çok komik bir cümle söyledi. ben çamaşır katlarken meryemin cicili bicili bir elbisesini gösterip "beryem prenses olcak" dedi. prenses kelimesini nereden öğrendi acaba?

27 Kasım 2011 Pazar

24 kasım

her sene olduğu gibi bu sene de öğretmenler gününü unuttum. bu 24 Kasımda da oğlum öğretmenine hediye vermeyen tek çocuk olarak sınıfta kalmış. ertesi gün muhakkak bir hediye gönderiyoruz ama tabii ilk anın yerini tutmuyor. şaka şaka bal gibi de tutuyor. yusuf çok rahat bir çocuk olduğu için şu ana dek hiç problem yaşamadık. "Anne bugün öğretmenler günüydü tek ben hediye götürmedim" henüz hiç demedi. daha çok şöyle gerçekleşti dialoglar: "Oğlum bugün öğretmenler günüydü ben de hediye işini unuttum, tek sen miydin hediye götürmeyen", "Evet"," Neyse ben bir şey aldım yarın verirsin" "tamam", "sormayacak msın ne aldın diye?", "bakarım sonra"... bu sene diolog biraz farklılaştı. ""Oğlum bugün öğretmenler günüydü ben de hediye işini unuttum, tek sen miydin hediye götürmeyen", "Evet ama üzülme ben hediyemi verdim" "Ne verdin?", "Yanımda flaşım vardı, öğretmenim bendeki şarkıları size hediye etmek istiyorum, bilgisayarınıza atabilir miyim dedim, o da kabul etti. Hatta sonra onları dinleyip dans ettik" "!!!!"

11 Kasım 2011 Cuma

bayram

harika bir bayram geçirdim. kaç bayramdır bu denli keyiflisini yaşamamıştım. izmite gidiş, kurbanımızı kesişimiz, ardından adapazarına gidip teyzemleri ziyaret. köyü nasıl da özlemişim. çocuuken bir han kadar büyük bulduğum köy evi ufalmış. bebekliklerini gördüğüm çocuklar genç kız ve delikanlı oldular zaten. oğullarım bir zamanlar benim koşturduğum bahçelerde dolaştılar. dayım eskiden bizimle nasıl oyunlar oynarsa çocuklarımla da aynı şekilde oynadı. biz nasıl kıkır kıkır güldüysek onlar da güldü. teyzem arabanın arkasını kavanoz kavanoz salçalarla, kompostolarla doldurdu. lahanalar, maydonuzlar, fasulyeler, taze sütler yerleştirildi. sonra ki gün meryemle latifi ablama bırakıp istanbula kaçtık. ablamın evi o gece bayram ziyaretlerinden dolup taştı gerçi. bizim veletlerle birlikte evde on- on iki kadar çocuk vardı. bizse istanbulun tadını çıkarttık. uzun zamandır ayak basmadığım bu güzel şehirden sabah ezanında ayrıldım. yusuf da pek mutlu oldu. "doğduğum şehre geldim, doğduğum şehre geldim" diyip durdu. kedilerle oynadı, kuzeniyle kıkırdadı, eski bir arkadaşıyla bilgi,sayar oynama fırsatını buldu. dönüş yolunda da tüm sevimliliğiyle kardeşlerinin bakımına ayrdım etti. meryemi oyaladı, latife taklitler yaptı. hatta yusufu paylaşamayan latif çıngar bile çıkarttı. çok güzeldi çok...

31 Ekim 2011 Pazartesi

latifin kreşe başlamısını istemiyordum. yusufu erken başlatmak hem onu hem de beni yormuştu. fakat bıdık evde sıkılmaya başladı. televizyon bağımlısı oldu. sonunda pes ettim ve evimizin yakınındaki bir kreşe onunla keşfe gittik. Latif uyumulu davranıp etkinliklerin hepsine katılınca haftada bir gün için gittiğimiz kreş haftanın beş yarım günü olarak hayatımıza girdi. bugün üçüncü gün. sabahtan öğleye kadar gidiyor latif bey. işin tuhafı buna Yusuf da çok sevindi, kardeşi okula başlayacağı yeni şeyler öğreneceği için tüm gün şarkı söyleyip durdu. hatta pazar gününkü veli toplatısına benimle gelip okulu görmek istedi - ki o hafta sonu evden vinçle çıkartılan bir çocuktur- okulu beğendi sınıfları teftiş etti, eve velinin doldurması için gönderilen formu birlikte doldurmayı teklif etti. latifse oyun hamurlarıyla, kes yapıştırma yapmakla, oyunlar oynamakla çok mutlu görünüyor. öğlen onu alamaya gittiğimde gelmek istemiyor. gerçi bu ilk günler bakalım aynı muhabbet devam edecek mi?

27 Ekim 2011 Perşembe

baba kızını şöyle sever

- sen keyif verici bir madde misin?

26 Ekim 2011 Çarşamba

23 Ekim 2011 Pazar

hafta sonu şelale keşfettik. arabamızla felaket yollardan tıngır mıngır giderek sonunda bulduk şelaleleri. emziğimizi evde unutunca meryem hanım intikamını pek feci aldı. zaten araba seyahatlerini sevmiyor. düşünün halimizi... sonunda fotoğraflardaki o müthiş yere vardık. dağları tepeleri yürüyerek tırmanma imkanımız olsaydı başka şelalelerle de karşılaşacaktık ama bir elimizde kıızımız diğerinde oğlumuz olunca bulduğumuzla yetindik.- yusuf bu işe çok bozuldu gerçi aman ne surat astı. başka gruplar güle oynaya tepelere tırmandıkça afakanlar geçirdi- orada taze üzüm suları satan teyzeler bize yazın cafcaflı zamanlarında gezmeye gelmemizi tavsiye ettiler. gideceğiz inşallah aklımıza koyduk. en üstteki fotoğrafta bizim balkonumuzun manzarası, gerçi biraz zoomlu hali ama olsun. haa altta bir yerde de at kuyruklu resmi var Meryemin.ne şirin değil mi?







17 Ekim 2011 Pazartesi

üç çocuk

hala üç çocuk annesi olduğuma inanamıyorum. mesela camdan dışarıya bakarken, eski albümleri karıştırırken, liseden bir arkadaşla face de karşılaştığımızda yıllar geriye doğru koşuyor. tuhaf. Rabbime çok şükrediyorum, harika üç evladım var. hem de hala üç çocuk annesi olmadığım, çocuk kaldığım anlar var.

16 Ekim 2011 Pazar

yeni haller

yusuf yeni okulunu çok sevdi öğretmenini de... hayatta düzelmez dediğim yazısı bir haftada inci gibi oldu. inanılır gibi değil. tek sorun sınıftaki diğer erkekler gibi futbolu iyi oynayamaması. sanırım bu babasının futbola hiç pirim vermemesiyle alakalı.

latif yeni evimizi hiç yadırgamadı. sadece eski banyomuzdaki kocaman küveti özlüyor. oradaki abisiyle saatlerce suyla oynama keyfini bu küçük duşa kabine taşıyamadı tabi

meryem sürekli yerde, ama hala kaloriferlerimiz yanmıyor. merkezi ısıtma sistemimiz işi çok ağırdan aldı. biz de ufomuzu kurduk. kızımız sürekli gülüyor ve eline geçirdiği elmaları kemirerek damaklarını kaşıyor. saçlarının taranırken da acayip uslu. başı kaşınıyor böylece

abi- kız kardeş- ortanca



yüzü gözü çikolata hanım

işte yeni evimiz ve kıyak oğlumuz

8 Ekim 2011 Cumartesi

Sinop

Sinop'a taşındık. bir hafta içinde kitaplar kolilendi, koltukların yüzleri değiştirildi, halılar yıkama fabrikasına gönderildi, tüller temizlenip ütülendi, gardrop söküldü, Ankaranın salkım söğüt ağaçlarıyla vedalaşıldı. Zübeyda ablama sarınıldı ve yola çıkıldı. şimdi sinoptayım. Ankaradan sonra buraya alışıp alışamadığımı soranlar oluyor. Alışmak mı?

yolu uzun seneler çok sapa olduğundan unutulmuş bir şehir burası. doğudaki şehirlerden bile geriymiş. düşünün lc waikiki bile bu sene açılmış. büyük alışverişmerkezleri yok, insanlar koşturmuyor, güvenlik hat safada... insanlar arabalarının evlerinin camlarını açık bırakıyorlar. böyle bir güzellik nerede bulunur? şehrin yürüyerek yirmi dakika uzaklığındaki evlere şehir dışı diyorlar ve buralarda inekler dolaşıyor. her evden denizi görmek müümkün neredeyse. çocuklarıma kendi çocukluğumdakinden bile daha temiz bir şehir bulduğuma inanamıyorum. çocuklar mı? eh keyfileri çok gıcır.

4 Ağustos 2011 Perşembe

latif de küçüktü

yusuf küçüktü

jazzz

ben her müziği dinlerim. ne koysan teybe kulaklarıma şahane! türk sanat müziği, metal,enstrumantel, arabesk, tasavvuf, vs. vs. gönlüme hitap etmeyen iki çeşit müzik var. Taverna ve de Jazz. İnanamıyorum ama Yusuf jazz seviyor. Bana Jazz cdleri aldırmaya falan çalışıyor. sanırım kulaklığın zamanı geldi.
- yusuf orucunu babana satsana?

- olmaz tüm sevabı benim

3 Ağustos 2011 Çarşamba

latif'in günlük programı

1- kahvaltıda masanın üzerinde duran mayonez keççap masaya, balkona, iste başa sıkılır

2- banyoyada keççaplardan temzilenirken küvete elmalı şampuanlar dökülür

3- ağabey yusufun sulu boyaları saklanıldığı dolaptan bulunup çıkarılır, kız kardeşin yüzü boyanır, kahverengi boya çıkartılıp kız kardeşin ağzına tıkılır ama yediremden eylem fark edilir.

4- gizlice alınan tuz dökülerek şeritler halinde yollar yapılır

5-kumanda yere atılarak parçalanır

6- eleğin telleri itinayla sökülür

saat 18. 20 itibariyle bu günlük yapılanlar bu kadardır

27 Temmuz 2011 Çarşamba




:(

çocuklar bilgisayarda vahşi oyunlar oynadıkça, savaş filmleri seyrettikçe korkak ve pimpirikli oluyorlar. ölen insanları, kanı, parçalanmış organları görmek ölüm hakkında tuhaf bir bakış açısı oluşturuyor onlarda. ben çocukken ikinci dünya savaşı esnasında ormana saklanmış ve yıllarca orada yaşamış bir adam bulunmuştu. yüzünü unutamıyorum. savaşın hala devam ettiğini sanıyordu. kameraya bakışı tam bir felaketti.
çocuklarımı "vahşi eğlenceden" uzak tutmaya çalışıyorum. Kırk yıl boyunca ormanda saklanan o adamın gördüğü her şey, "eğlence kazanında" kaynatıp çocuklarımın gözlerinden içeriye dökülmesini istemiyorum.

26 Temmuz 2011 Salı

kelimeler

yusuf beş yaşındayken gezdiğimiz bir resim sergisi için "resim tarlası" çok güzel demişti. kelimelerin çocuklarla tuhaf bir ilişkisi var. Latif de melodili konuşmayı seviyor. ağzının içinde müzik kutusu var sanki. eski bazı dinlerde çocukların bir odaya kapatılıp hiç kimseyle görüşmesine ve konuşmasına izin verilmezse sonunda Tanrının dilini bulacağına inanılırmış. Karanlık bir odaya kapatılan ve asla bir kelime duymayan çocukların saf olan kelimeleri yakalayacağına inanıyormuş kahinler. kibirli bir davranış değil mi? diğer tüm lisanları insanlar üretmiş gibi. İnsanların meşguliyetleri olmalı. olmazsa tuhaf fikirler icat ediyorlar.

Meryem bu arada emeklemeye başladı. her şeyi erkenden yapıyor. hep acelesi var. Ağlamasında, yemek yiyişinde, gülümsemesinde...Sanırım erkenden de konuşacak. Annesi ise çok yorgun. Aslında zihni yorgun. hani yeni alınan ayakkabıların içinden kağıtlar çıkar ya. işte tam ona benziyorum. zihnimin için eski gazete kağıtlarıyla dolu.

14 Temmuz 2011 Perşembe

yaşlı amca

tatilden erkenden döndük. sonra da meryeme aşı yaptırdık. aşı dönüşü canımız gazoz istedi. biz ailece gazozcuyuzdur. öyle kola fanta sökmez bize. bim'e daldık. kasada sırada beklerken yaşlı bir amca kasiyer kıza dert anlatmaya çalışıyordu:" ben bunlardan dört tane almak istemiyorum bana bir tane lazım" kalem pil. tezgahtar kız kalem pillerin tek satılmadığını, diğerlerinin de gün gelip işe yarayabileceğini anlatmaya çalışıyordu. amca ise ısrarlıydı. bimdeki kasa kuyruğu uzamaya başladı.

eskiden bu amcalardan teyzelerden daha sık görürdüm. bakkallar marketlere transfer olduklarında sayıları daha çoktu. her şeyi tek tek almak istiyorlar, malların barkotlarına rağmen pazarlık yapmaya çalışıyorlar, düzeni bozuyorlardı. hepsine sinir oluyordum. şimdi olmuyorum. öyle azaldılar ki...iktisat devrinden kalan, avuçç avuç tüketmeye alışık olmayan yaşlılar onlar. sadece bir kalem pile ihtiyacı varsa dört tane birden almak istemeyen adamlar yahut kadınlar. benim çocuklarım öyle yaşlılar göremeyecekler hayatlarında. sanırım yani...

10 Temmuz 2011 Pazar

REKLAMLIK

annemin sözüdür bu. bebekler çok ağlarsa "reklamlık" der. yani bebek seni başkalarına reklam ediyor, bir nevi tanıtıyor. "şu çokkk ağlayan bebeğin annesi değil mi bu?" hah işte biz o olduk. önce pansiyonun balkonunda otururken yan balkondan bir baş uzandı. "hasta mı çocuk, sürekli ağlayınca bir zoru var diye düşündük. ablam sorma ayıp olur dedi ama ben artık dayanamadım" sonra pansiyonun bahçesinde çevirenler: "acaba başına güneş mi geçti, sıcak deniz mi çarptı, ya demek henüz denize bile sokmadınız öyle mi?" sonra denizde yüzerken kıstıranlar: "ay siz o ferah pansiyondaki sürekli ağlayan bebeğin annesi misiniz?" ardından üzülenler: "yok canım rahatsız olmuyoruz, size üzülüyoruz yazık,demek huyu öyle" "nasıl tahammül ediyorsun, evlat tabii, hep mi böyle" bunlar iyi niyet cümleleri fakat kimileri çocuğu bakamadığımı muhakkak bir şeyi es geçtiğimi düşünüyor, hem de önden iki çocuk büyütmüş olmama rağmen işte onlar adamı helak ediyor: "bak sen anlamıyorsundur, her tahlili yaptırdın mı? belki aç çocuk, belki çok tok..." aslında tatili bitirmemiz lazım. ben hayli yıprandım. bugün etraftaki uslu çocukları süzüp süzüp kendime acırken denizde bir kadın gördüm. benden büyüktü hatta hayli. sanırım on yaş vardır aramızda, tek çocuğu vardı. o da on beş yaşlarındadır. bir kız. sürekli gülümsüyor. öyle mutlu ki... annesi ya onu yüzdürüyor ya yediriyor, ya dolaştırıyor. tabii tahmin ettiniz özürlü bir çocuk. o anneyi öpesim geldi. hayatımda bu kadar mutlu bir zihin özürlü çocuk görmedim. şikayet etme ayşe dedim kendime. asla etme, şükür et kız

8 Temmuz 2011 Cuma

sünnet cemiyeti

Ankaradaki sünnetimizden bir hafta sonra İzmitte çocuklar için bir sünnet cemiyeti tertip ettik. önce küçük bir şeye niyet ettiysek de sonra iş büyüdü. hatta ben topuklu ayakkabı bile giydim o derece yani. validemin alt katı boş olduğu için oraya erkekleri aldık hanımlar üst kattaydı. okunan kuranın üst kattada duyulabilmesi için camiden hopörlor kiralamak istedik- usul böyleymiş haberiniz olsun- fakat ne izmitte, ne adapazarında, hatta gölcükte o pazar günü hopörlor bulamadık. herkesin cemiyeti varmış meğer ve millet haftalar önce işini ayarlamış. tam vazgeçecektik ki, aklımıza düğünler de çalan müzisyenler geldi. biraz tuzlu da olsa amcalar koca kolanları eve bağladılar. bizim minik hopörlor yerine cıslak cıslak bağlantılarımız oldu anlayacağınız. neyse kuranlar okundu dualar edildi yemekler yenildi sonra da palyaçomuz geldi. alt katta çocukları çoşturdu. validemin o esnada kiracı olmaması iyi oldu yani. sünnet süslerini arasında bir parti yaptı veletler.
iki gün sonra ise bize müsaade acayip yorulduk tatile kaçalım dedik. yalova fıstıklıda pansiyon kiraladık. ben yemek yapıp ıslakları kurutup, kumlu odamızı temizleyip çocuklara bakmaktan dinlendim mi acaba? eh... herkesin denizi terk ettiği akşamüstünde ancak fırsat bulup buz gibi suda yüzdüğüm zamanlar evet... ama tek başıma, bu pek yabana atılır şey değil. yalnız hastalıklar peşimizi bırakmadı. Allah'a şükür tabii ufak şeyler. önce meryem düştü onun için merkeze taşındık. geldiğimiz üç gün oluyor ama bu sabah da latif şiş güzlerle uyandı. uyanır uyanmaz ilk dediği şey "denize denize"oldu. fakat babasıyla şimdi doktora gittiler. sanırım denizden mikrop kaptı. belkide bugün döneriz. o zaman bol bol da fotoğraf yüklerim

29 Haziran 2011 Çarşamba

sünnet devam


evde bir kız evladı varsa o büyümeden ağabeylerini sünnet ettirmenizi tavsiye ederim. zira evde üryan dolaşan ağabeylerini seyretmesi pek de hoş olmayacaktır. bu noktada akıllılık ettik sanırım. sünnet öncesi Hacı Bayram Veli ziyaretimizden görüntüler var fotolarda. ( yusufun şehzade kıyafetinin altındaki spor ayakkabılara dikkat! aslında kıyafetin çarıkları vardı ama sünnet öncesi kayıp kaza geçirmelerinden korktum) bu arada iki buçuk yaşındaki latifin göbeğini de bu ziyaret esnasında türbenin yanındaki ağacın dibine gömdüm. latifin doğumuna giderken hacı bayram veliye uğramış dua etmiş, göbeğini düşünce buraya gömmeye karar vermiştim. ancak nasip oldu. buzlukta meryemin göbeği hala duruyor. onu başka bir yere gömmeğe niyet etmiştik de... yusufun ki mi nerede? eyüp sultanda. çok hoş bir zatın kabrinin toprakları arasında...

meryem




sünnet öncesi ve sonrası meryem görüntüleri. benim ona seslenişimle: merhem

sünnet



gözümüzü kararttık oğullarımızı sünnet yaptık. yusuf pek cesurdu. masaya kendi yattı, lokal anestezi de gıkı çıkmadı. işlem esnasında da. latif'se yaygarayı bastı. cır cır cır. evde de hummalı bir dönem başladı böylece. fakat eve geçmeden sünnet esnasında otuzlu yaşlardaki doktorun anlatttıklarını yazmazsam ölürüm.:)oğullarım için ağlarken birden güldürüverdi beni.diyolok şöyle:
1. doktor: sen ne yaptın çocukların sünnet işini
2. doktor: şimdi benim iki oğlan vardı ya tam onları sünnet edeceğiz, hanım dedi ki hamileyim. ben de dedim ki hayırlı olsun ne güzel, bunun cinsiyeti de belli olsun öyle yapalım sünneti. hanım yok dedi içime doğuyor bu kız biz yaapalım. yaptık ama bebek oğlan geldi. tam onu sünnet edeceğiz hanım dedi ki hamileyim, eh dedik ne güzel hayırlı olsun. ben yine bekleyelim dedim o yok bu sefer kesin kız dedi. yaptık sünnneti o da erkek geldi.
(adama iyice baktım doğulu mu diye, yok ne aksan ne tip...)
fotolarda babaannemizi ve dedemizi görüyoeuz bu arada

ankaradaki türkçe olimpiyatlarından bir çerçeve: millet bosna, sırbistan civarındaki stantları dolaşıp: "Hatçe bak ne güzel kızlar, bizim oğlanlara da böyle buluversek de evleniverseler" "Ne güzel ya, sarışın cam gibi gözlüler gı" muhabbeti yapılırken. biz de boş geçmedik tabii

okul bitti


karnemizi aldık, beşlerle beş taş oynadık. eh güzel karneydi ya ne yapacaktık yani. latif de resimde görüldüğü gibi okul havasına girmiş durumda. yusufta öğretmeniyle. sanki akrabalar değil mi?

28 Haziran 2011 Salı

manzara


doğum günü resimlerini koymayı unuttum, ben de size ankaranın en güzel yerinin resmini koyayım dedim. yani evimin balkonunun. resimdekiler: bir adet sevimli dede, bir adet afacan latif

30 Mayıs 2011 Pazartesi

doğum günü

dün yusufun doğum günüydü. dokuz yaşında artık... istanbulda otururken 29 mayısta yapılan fetih kutlamalarını ona göstererek "bak herkes senin doğum gününü kutluyor, havai fişekler de senin için atılıyor" derdim. çok keyif alırdı. doğum günümüz oldukca cafcaflıydı aslında. saat kaçta yatarsa yatsın sabah altıda uyanan oğlumuz latifle erkenden uyandık. biraz çizgi film kahvaltı derken çıkarttığımız seslerden alt komşu rahatsız olup sürekli duvara vurunca komşumuzun pazar keyfine turp sıkmayalım deyip meryemi de alıp sabah sabah sokaklara çıktık. bir sokak köpeği bizi uzun süre takip edip oyunlar oynadı. herhalde daha önce evcildi ve bakılamayıp sokağa atılmıştı. üç çocukla zaten kalabalık olduğumuzu kendisini alıp besleyemiyeceğimizi söyledim ona. hem zaten apartmanda yaşıyorduk. işin fena tarafı ben de köpeklerden pek hazetmiyordum. neyse bir iki saat sonra eve döndük. alt komşumuz balkonunu temizliyordu. eh uyanmışlar deyip eve geçtik. bu arada yusuf hala rahmetli babamın ona aldığı bisikleti kullanıyordu. halbuki kuzeni melek ona kocaman bir bisiklet hediye etmişti ( okulda dereceye girip girip bisiklet kazanıyordu da) fakat bizimki binmeye cesaret edemiyordu. sitede arkadaşlarının yanında düşüp rezil olurum diye de bir türlü binemiyordu. o işi de hallettik. bisikleti alıp başka yerde bir iki binndirdik yusufu, böylece doğum gününde yeni bisiikletiyle hava atabildi. sonra pasta falan yedik. hediye olarak aldığımız çalışma masasını akrabalara telefonda "bana dolap aldılar" diye anlatmasına güldük, falan filan. resimler sonra

27 Mayıs 2011 Cuma

teyte


latif hem babaannesine hem de anaannesine "teyte" diyor. teyteeeee... acaba nerede hata yapıyor ki hep düzeltiyorlar

yusufun mahalle çetesi