27 Temmuz 2011 Çarşamba




:(

çocuklar bilgisayarda vahşi oyunlar oynadıkça, savaş filmleri seyrettikçe korkak ve pimpirikli oluyorlar. ölen insanları, kanı, parçalanmış organları görmek ölüm hakkında tuhaf bir bakış açısı oluşturuyor onlarda. ben çocukken ikinci dünya savaşı esnasında ormana saklanmış ve yıllarca orada yaşamış bir adam bulunmuştu. yüzünü unutamıyorum. savaşın hala devam ettiğini sanıyordu. kameraya bakışı tam bir felaketti.
çocuklarımı "vahşi eğlenceden" uzak tutmaya çalışıyorum. Kırk yıl boyunca ormanda saklanan o adamın gördüğü her şey, "eğlence kazanında" kaynatıp çocuklarımın gözlerinden içeriye dökülmesini istemiyorum.

26 Temmuz 2011 Salı

kelimeler

yusuf beş yaşındayken gezdiğimiz bir resim sergisi için "resim tarlası" çok güzel demişti. kelimelerin çocuklarla tuhaf bir ilişkisi var. Latif de melodili konuşmayı seviyor. ağzının içinde müzik kutusu var sanki. eski bazı dinlerde çocukların bir odaya kapatılıp hiç kimseyle görüşmesine ve konuşmasına izin verilmezse sonunda Tanrının dilini bulacağına inanılırmış. Karanlık bir odaya kapatılan ve asla bir kelime duymayan çocukların saf olan kelimeleri yakalayacağına inanıyormuş kahinler. kibirli bir davranış değil mi? diğer tüm lisanları insanlar üretmiş gibi. İnsanların meşguliyetleri olmalı. olmazsa tuhaf fikirler icat ediyorlar.

Meryem bu arada emeklemeye başladı. her şeyi erkenden yapıyor. hep acelesi var. Ağlamasında, yemek yiyişinde, gülümsemesinde...Sanırım erkenden de konuşacak. Annesi ise çok yorgun. Aslında zihni yorgun. hani yeni alınan ayakkabıların içinden kağıtlar çıkar ya. işte tam ona benziyorum. zihnimin için eski gazete kağıtlarıyla dolu.

14 Temmuz 2011 Perşembe

yaşlı amca

tatilden erkenden döndük. sonra da meryeme aşı yaptırdık. aşı dönüşü canımız gazoz istedi. biz ailece gazozcuyuzdur. öyle kola fanta sökmez bize. bim'e daldık. kasada sırada beklerken yaşlı bir amca kasiyer kıza dert anlatmaya çalışıyordu:" ben bunlardan dört tane almak istemiyorum bana bir tane lazım" kalem pil. tezgahtar kız kalem pillerin tek satılmadığını, diğerlerinin de gün gelip işe yarayabileceğini anlatmaya çalışıyordu. amca ise ısrarlıydı. bimdeki kasa kuyruğu uzamaya başladı.

eskiden bu amcalardan teyzelerden daha sık görürdüm. bakkallar marketlere transfer olduklarında sayıları daha çoktu. her şeyi tek tek almak istiyorlar, malların barkotlarına rağmen pazarlık yapmaya çalışıyorlar, düzeni bozuyorlardı. hepsine sinir oluyordum. şimdi olmuyorum. öyle azaldılar ki...iktisat devrinden kalan, avuçç avuç tüketmeye alışık olmayan yaşlılar onlar. sadece bir kalem pile ihtiyacı varsa dört tane birden almak istemeyen adamlar yahut kadınlar. benim çocuklarım öyle yaşlılar göremeyecekler hayatlarında. sanırım yani...

10 Temmuz 2011 Pazar

REKLAMLIK

annemin sözüdür bu. bebekler çok ağlarsa "reklamlık" der. yani bebek seni başkalarına reklam ediyor, bir nevi tanıtıyor. "şu çokkk ağlayan bebeğin annesi değil mi bu?" hah işte biz o olduk. önce pansiyonun balkonunda otururken yan balkondan bir baş uzandı. "hasta mı çocuk, sürekli ağlayınca bir zoru var diye düşündük. ablam sorma ayıp olur dedi ama ben artık dayanamadım" sonra pansiyonun bahçesinde çevirenler: "acaba başına güneş mi geçti, sıcak deniz mi çarptı, ya demek henüz denize bile sokmadınız öyle mi?" sonra denizde yüzerken kıstıranlar: "ay siz o ferah pansiyondaki sürekli ağlayan bebeğin annesi misiniz?" ardından üzülenler: "yok canım rahatsız olmuyoruz, size üzülüyoruz yazık,demek huyu öyle" "nasıl tahammül ediyorsun, evlat tabii, hep mi böyle" bunlar iyi niyet cümleleri fakat kimileri çocuğu bakamadığımı muhakkak bir şeyi es geçtiğimi düşünüyor, hem de önden iki çocuk büyütmüş olmama rağmen işte onlar adamı helak ediyor: "bak sen anlamıyorsundur, her tahlili yaptırdın mı? belki aç çocuk, belki çok tok..." aslında tatili bitirmemiz lazım. ben hayli yıprandım. bugün etraftaki uslu çocukları süzüp süzüp kendime acırken denizde bir kadın gördüm. benden büyüktü hatta hayli. sanırım on yaş vardır aramızda, tek çocuğu vardı. o da on beş yaşlarındadır. bir kız. sürekli gülümsüyor. öyle mutlu ki... annesi ya onu yüzdürüyor ya yediriyor, ya dolaştırıyor. tabii tahmin ettiniz özürlü bir çocuk. o anneyi öpesim geldi. hayatımda bu kadar mutlu bir zihin özürlü çocuk görmedim. şikayet etme ayşe dedim kendime. asla etme, şükür et kız

8 Temmuz 2011 Cuma

sünnet cemiyeti

Ankaradaki sünnetimizden bir hafta sonra İzmitte çocuklar için bir sünnet cemiyeti tertip ettik. önce küçük bir şeye niyet ettiysek de sonra iş büyüdü. hatta ben topuklu ayakkabı bile giydim o derece yani. validemin alt katı boş olduğu için oraya erkekleri aldık hanımlar üst kattaydı. okunan kuranın üst kattada duyulabilmesi için camiden hopörlor kiralamak istedik- usul böyleymiş haberiniz olsun- fakat ne izmitte, ne adapazarında, hatta gölcükte o pazar günü hopörlor bulamadık. herkesin cemiyeti varmış meğer ve millet haftalar önce işini ayarlamış. tam vazgeçecektik ki, aklımıza düğünler de çalan müzisyenler geldi. biraz tuzlu da olsa amcalar koca kolanları eve bağladılar. bizim minik hopörlor yerine cıslak cıslak bağlantılarımız oldu anlayacağınız. neyse kuranlar okundu dualar edildi yemekler yenildi sonra da palyaçomuz geldi. alt katta çocukları çoşturdu. validemin o esnada kiracı olmaması iyi oldu yani. sünnet süslerini arasında bir parti yaptı veletler.
iki gün sonra ise bize müsaade acayip yorulduk tatile kaçalım dedik. yalova fıstıklıda pansiyon kiraladık. ben yemek yapıp ıslakları kurutup, kumlu odamızı temizleyip çocuklara bakmaktan dinlendim mi acaba? eh... herkesin denizi terk ettiği akşamüstünde ancak fırsat bulup buz gibi suda yüzdüğüm zamanlar evet... ama tek başıma, bu pek yabana atılır şey değil. yalnız hastalıklar peşimizi bırakmadı. Allah'a şükür tabii ufak şeyler. önce meryem düştü onun için merkeze taşındık. geldiğimiz üç gün oluyor ama bu sabah da latif şiş güzlerle uyandı. uyanır uyanmaz ilk dediği şey "denize denize"oldu. fakat babasıyla şimdi doktora gittiler. sanırım denizden mikrop kaptı. belkide bugün döneriz. o zaman bol bol da fotoğraf yüklerim