25 Ekim 2010 Pazartesi

kardeş

yusuf'la latif'in arası çok şükür kıvamında artık. Geçen sene hem ilkokul birinci sınıfın hengamesiyle hem de Latif'in sevimliliğiyle imtihan olan oğlum bu yıl kendini topladı. Biz de o dönemde iyi bir sınav veremedik açıkcası. şimdi ise okuldan gelir gelmez kardeşiyle oynamak istiyor, parkta onu gözatiyor vs. bu gelişmede latifin hakkını vermem gerek. Resmen ağabeyinin ilgisini haketmek için palyaçoluklar yaptı. her sabah uyandığı gibi onun yatağına koşması, eve girdiği gibi bacaklarına sarılması, ağabey ne yaparsa taklidini yapmaya çalışması, durup durup dizine yatması, onu aniden öpmesi, abii abiii diyerek etrafında koşturması vs. sonunda bizimki yıldı tabii. Okuldan gelince aşağıya inip bisitlet sürmek yerine Latif'le oynamayı tercih ediyor.

Anne

Babamız Latif'i önüne alıp oturtuyor. Sonra kendisini göstererek "baaabaaa" diyor, ardından da beni işaret ederek "annnneeee" diye izah ediyor. Latif bu tarifi gözlerini kısarak dikkatle dinliyor. Ardından da beni göstererek "anne" babasını göstererek de "anne" deyip gülümsüyor. ne zaman mı oluyor bu? her akşam günde birkaç kere...

21 Ekim 2010 Perşembe

özet

1- yusuf öğle paydosunda yemeğini çıkarıp yemiş ardından da "elhamdülilllah" demiş. sınıf arkadaşının sekize giden ablası da o esnada sınıftaymış ve: " o ne ya, ne dedin" sen demiş. bizimki yeniden tekrar edince, peki ne anlama geliyor demiş abla. Bizim oğlan da elhamdülillah elhamdülillah demek oluyor işte demiş. bu bizim için bardaktaki son damla oldu. içimiz cızlaya mızlaya oğlumuzu haftasonu devam ettiği devlet korosundan aldık. şimdi bizim gibi insanların toplaştığı bir hafta sonu kursuna gidecek. hayırlısı olsun. (ortamın yoksa ortamını kendin oluştur)

2- dün yusuf kanepeden kanepeye atlıyordu. Alt kattaki komşu kapıya dayanacak ben de seni ona vereceğim dedim. Yusuf ise "bu çok önemli anne, yerinden atlamaca güneşten fırlamaca" zıplamasını icat etmek üzereyim dedi. saygı duydum ama oldukça kısa bir süre (Alt komşumdan korkuyorum)

3- Hafta sonu bir at çiftliğine gittik. zamanlamamız o kadar güzeldi ki anlatamam (!) o gün çiftlik kapalıymış. onca yolu gitmeden bir telefon etmek aklımıza gelmedi işte:) Neyseki etrafta tavuklar, kazlar, güvercinler, köpekler, kediler vardı. İki delikanlı bu hayvanların üstüne atılıp kovalamaya başladı. Latif habire çamurların içine düştü durdu. Ahırdaki hayvanları görünce uzun uzun "mööö" ledi. lakin işin en komik tarafı Latif elindeki ekmeği kemirmeye çalışırken oldu. etrafını bir sürü kaz sarmıştı. Bizimki de onlara seslenip kendince bir şeyler anlatıyordu. Aniden kzlardan biri zıplayıp ekmeği elinden kapmasın mı? Latif önce şaşırdı sonra da ağlamayaa başlayıp ekmeğini kapan kazın peşinden koşmaya başladı. harika bir görüntüydü. (gülmekten öldük yani)

4- Yakın zamanda "hatırla maziyi şekerim" içerikli bir sürü fotoğraf ve video koyacağım inşlh. haber vereyim istedim ( üşenmediğim o gün gelsin hele bir)

11 Ekim 2010 Pazartesi

hayran

yusuf her gün okul dolabında ev ödevi için gerekli defterlerini unutuyor. kızıyorum. ama kızarken vicdan azabı duyuyorum zira aynı ben. pratik zekalı oğlum ödevlerini önce müsveddelere yapıyor ardından da okulda öğretmene çaktırmadan defterlerine geçiyor. hem de o korkunç yazısıyla.:) hakkaten korkunç! bu konuda ona hiç kızamıyorum çünkü yazı yeteneğini benden aldığı çok belli. ilkokulda güzel yazma noktasında asla yıldız alamayan, ortaokulda yazı çirkinliği sebebiyle defter tutmaktan vazgeçen, (ödev kontrollerinde yan sınıflardan defter alan) lisede yazma işini hepten seren, üniversitede okulun en klas hocalarından biri tarafından çağırılıp yazısının çirkinliği yüzünden yarım saat nutuk dinleyen ben ( kadın sınav kağıdına bakıp "olamaz" demişti. "tanımadığın birine el yazınla pusula göndersen bu yazına bakınca hakkındaki ilk intibaa ne olur" da demişti)yayınevlerinde dizgicilerin kabusu olan, neyseki bilgisayarı keşfeden ve o günden sonra mektuplarını bile bilgisayarda yazıp gönderen biri olarak onu nasıl haşlayabilirim? ama ben de olan bir yeteneği de var oğlumun. güzel şeylere hayran olma becerisi. yazısı ve resmi çirkin olsa da bu işi iyi kıvıranlara hayran oluyor. mesela geçen gün bir arkadaşının çizdiği güzelim bir boğa yılanını eve getirdi. bu resmin karşılığında çocuğa bir hayli kıyak geçmiş. özenerek bana gösterdi ve " ne kadar güzel değil mi?" diye sordu. işin doğrusu ikiye giden bir velete göre gerçekten güzel bir boğa yılanıydı. akşam ben de dayanamayıp bakiye gösterdim. ee güzel şeylere hayran oluyoruz demiştim değil mi?

7 Ekim 2010 Perşembe

komşu komşu kulaklarına üzüldük.

küçük çocuk ses demek. elindeki her şeyi yere atması, düşmesi, pat pat yere sert basması.. alt komşumuzda bu seslere karşılık elinde bir sopayla tavana vurarak "dang dang dang" diye karşılık veriyor. baktık olacak gibi değil, bu sabah işe gitmeden önce baki işyerinden getirdiği süngerleri kesip bantla latifin ayakkabılarının altına yapıştırdı. şimdi sert bassada gürültü çıkmıyor. ha süngerler arada bir kayıyor. latif pat yerde...

5 Ekim 2010 Salı

sabahları vahim

sabahları evde pıtır pıtır bir koşturmaca yaşanıyor. muhtemelen çocuğu okula giden tüm ailelerin evinde yaşanan pıtırtılar bunlar. kahvaltı hazıırlama, okul için beslenme hazırlama, kahvaltıyı yedirme, mızıklayan çocukların ağızına vitaminli bir şeyler sokuşturma, forma giydirme, çanta kontrolünü beraberce yapma, servise uğurlama... bu koşuşturmada her daim yanımızda olan babamıza sonsuz teşekkkürler. onun tostlarını zira yusuf çok seviyor. latifte kahvaltıta döküp saçmayı... vallidemin bir sözü vardı. ardından köpek doyar diye. latifin döküp saçtıklarıyla biz birkaç kangal besleyebilirdik yani...

dıgıdık dıgıdık

bugün yusufun tarçın çubukları, karanfil, bal, deniz kadayıfı, sarımsak vs. ile geçiremediğimiz öksürüğü için doktora başvurduk. babamız bizi bir saat sonra almak üzere hastaneye bıraktı. bir saat dört saate dönüşünce bizde hastanenin karşısındaki at çiftliğine geçtik. yusuf ata binerken biz de latifle atları sevip vakit geçirdik. soğuktan üçümüzünde burnu aktı ama

2 Ekim 2010 Cumartesi

tembel tembel tavuklara yem ver

o kadar tembelim ki milyonlarca muhteşem olayı buraya yazmadım. çocuk olsaydım büyüklerim kıpırdamam için kulağımı çekerdi herhalde. yaşanan şeyleri özetlemem mümküün değil ben de hiçbir şey olmamış gibi şimdiden devam edeceğim. ayıp mayıp ne yapalım:)

dün parktayken - yusuf kendini idare ettiği için ben tüm dikkatimi latife veriyorum hatta latif için ondan yardım alıyorum- hız sınırlarını aşan bir çocuk dikkatimizi çekti. benim oğullarımdan daha hızlı hareket eden bir velet daha önce hiç görmemiştim. - bilenler bilir oğullarım son teknolojiyle üretilmiş çamaşır makinelerine benzer 12 dakikada bir dünya çamaşır yıkayan o cihazla akraba gibiler- çocuğu bir orada bir burada görüp görüp şaşırıyordum. sonunda olayı yusuf çözdü. meğer veletin tıpkısından bir tane daha varmış. ikiz yani. aynı giydirilince de tek çocuk gibi duruyoormuş. rekor bizde yani.

ayrıca dün yusufla tiyatroya gittik. yakışıklı oğlum ilk kez bir büyük oyununa gitti. genç osman isimli oyun başlayınca yandık dedim. zira kafiyeli diyaloglar göndermeler serpilmeye başladı salonu. gerçi tahminimin aksine yusuf sıkılmadı hatta bayıldı. sanırım koostümler ışık ve de mükemmel müziklerin bunda payı var. çok şükür ki ilk perdedeki cinsel göndermelerin hiçbirini de çakmadı. büyük oyunlarına dikkat etmek lazım vesselam.
yine de ankarada oturuyorsanız ve de çocuk değilseniz muhakkak gidin. :)